Âyette, hastalıklı bir karaktere sahip olan münafıkların, yaşadıkları toplum içinde menfaatlerini koruyabilmek ve farklı inanç gruplarına eşit mesafede durabilmek için nasıl bir uğraş içine girdikleri görülmektedir. “İnandık” sözüyle mü’minlerin gözlerini bağlamak isterler. Mü’minlerden ayrılıp dostlarıyla baş başa kaldıklarında ise: “Biz sizin dostunuzuz ve sizinle beraberiz. Hiçbir şekilde sizden ayrılmayız” derler. “Niçin kelime-i şehâdet getiriyor, mü’minlerle beraber oluyor, onların topluluklarına katılıyor ve onlarla birlikte hacca gidiyor ve cihad ediyorsunuz?” gibi sorulara da: “Biz bunu ancak onlarla alay etmek için yapıyoruz. Gerçek mânada iman etmek gönlümüzden dahi geçmiyor. Onlara hem dışımızın, hem de içimizin dinlerine uygun olduğunu göstermeye çalışıyoruz. Gayemiz, müslümanların ganimetlerine ortak olmak, kızlarını nikâhlamak, sırlarını öğrenmek, malımızı, çocuklarımızı ve âilemizi onların ellerine düşmekten kurtarmaktır” derler. İşte: “Onlar, mü’minlerle kâfirlerin arasında bocalayıp duranlardır. Tam olarak ne mü’minlere ne de kâfirlere bağlanabilirler” (Nisâ 4/143) âyet-i kerîmesi onların bu perişan ve dağınık hallerini tasvir eder. Münafıkların, zâhiren inandıklarını beyânla müslümanlarla alay ettiklerini söylemeleri üzerine, onların bu sözleri şöyle reddediliyor:
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
Kur’an-ı Kerim: ”Bakara suresi: 13. Ve iza kıyle lehüm aminu kema amenen nasü kalu e nü’minü kema amenes süfeha’ ela innehüm hümüs süfehaü ve lakil la ya’lemun”